Sanıyorum Tanrı beni bu dünyaya basketbol oynamam için getirdi.
Nasıl mı biliyorum ? Gençken, hayatım Kongo’nun genç takımı ile Güney Afrika’da katıldığımız bir turnuva ile tamamen değişti. Bu turnuva sonrasında yaşadıklarım mucize gibiydi.
Diğer takımları geçip turnuvaya gitmeye hak kazanmıştık ama ben turnuvaya gideceğimizi hiç düşünmüyordum. Güney Afrika’nın tamamına seyahat etmek mi ? Bunun için kim öderdi ki ? Düşüncesi gerçekçi değildi. Babam benim yaşımda basketbol oynarken böyle bir organizasyonda oynama şansı bulamamıştı – A milli takımdaydı, ve bizim federasyonumuz gençlerin böyle organizasyonlara seyahat ücretlerini ödemiyordu. Fakat, tanrının yardımıyla federasyon gitmemize izin verdi. Kongo u-15 Milli Takımının böyle kıtasal bir şampiyonaya gideceği ilk takımda ben de vardım.
Hayatta bir kez gelebilecek bir fırsattı. Güney Afrikaya ilk seyahatimiz benim de ilk uçak tecrübemdi. Ne göreceğim hakkında hiç bir fikrim yoktu. Turnuvada basketbol programlarına daha fazla kaynak sağlayan ülkelerin takımlarıyla karşılaştık. Angola ve Nijerya gibi Avrupada turnuvalara düzenli olarak takım gönderen ülkelerle karşılaştık.
Bu turnuvada dürüst konuşmak gerekirse ulaşabileceğimi sanmadığım bir seviyede oynadım. – Vücudum sınırlarını zorluyordu. Sırtım potaya dönükken geriye çekilip şut sokuyordum ve sahada geriye koşarken düşünüyordum. Ben bunu nasıl yaptım lan ? Güney Afrika’ya karşı ilk maçımızda 19 ribaund 12 blok ve 27 sayı yapmıştım. Kıtamızdaki en iyi turnuvada oynarken ben de hayatımın en iyi basketbolunu oynuyordum.
Oynuyordum adamım.
En çok sayı atan, blok yapan ve ribaund alan oyuncu olarak turnuvanın MVP’si seçildim. Bundan önce beni kimse tanımıyordu – Nasıl tanıyabilirlerdi ki ? – ve bu maçlar hayatımın tüm akışını değiştirdi. Geriye dönük bakınca, sanki o turnuva benim için düzenlenmiş gibi hissediyorum. Tanrının bana açtığı bir kapıydı ve ‘ Durma, devam et ‘ diyordu.
O kadar sıkı oynuyordum ve o kadar çok oyuna odaklanmıştım ki Güney Afrika’da profesyonel gözlemcilerin olacağını düşünmemiştim bile. O hafta sonundaki performansım tamamen aldığım haz ve keyiften gelmişti.
Fakat orada gözlemciler vardı. Yakın bir zamanda çantamı toplayacak ve İspanyada profesyonel bir kariyer peşinde koşmak için Kongo’dan ayrılacaktım.
İspanya’ya gittiğimde 17 yaşındaydım. Sadece iki şeye odaklanmıştım: İspanyolca öğrenmek ve her bir gün çalışmak. İlk başlarda, benim gibi Fransızca konuşan diğer Afrikalı oyuncuyla yaşıyordum. İspanyolca konuşamadığım için bu benim için işleri epeyce kolaylaştırdı. Ama öğrenmek istiyordum. Zamanı boşuna harcamak istemiyordum – Hayatımda zamanı boşuna harcamayı hiç sevmedim. Her dakika, her sabah kalktığımda, kendimi geliştirmek için bir şeyler yapmak zorundaydım. Böylece takımım Club Basquet L’Hospitalet’den İspanyolca öğrenmemde bana yardımcı olmalarını istedim.
İlk başta alışmakta zorlandım. Kongoda profesyonel ya da o seviyeye yakın hiç bir yerde oynamıyordum. Güney Afrika’da oynadığımız turnuva için bile sadece 1 hafta hazırlanmıştık. Bir araya gelmiş, pratik yapmış ve bir kaç set oyunu oynamıştık, bu kadar. Şut için özellikle hiç bir zaman çalışmamıştık.
İspanya tamamen farklıydı. Her şey tamamen basketboldu. Güç antrenörüm vardı, temel prensipler ve şutum hakkında çalışıyordum. Sabahları ve öğlenleri antrenman yapıyorduk.
İspanyada takımların ilk takımı ve gelişim takımı vardı – A ve B takımları. Ben gelişim takımıyla oynuyordum ama A takımda oynamak için kararlıydım. Tüm odağım buydu. NBA hakkında ciddi anlamda, düşünmüyordum. Draft sisteminin nasıl yürüdüğünü bile bilmiyordum. Kongo’da büyürken dergilerde NBA oyuncuları hakkında okurdum ama NBA basketbolunun neye benzediğini hiç bir zaman görmemiştim çünkü televizyonumuzda uydu yoktu. İspanyaya gittiğimde NBA’ye ilk kez göz atma fırsatım olmuştu. Her hafta yayınlanan ve farklı maçlardan klipler gösteren NBA Action denen programı izliyordum. Bundan çok süre geçmeden, çok daha harika oyuncular keşfettim ve YouTube’da sürekli NBA klipleri izlemeye başladım.
Onlar gibi olmak istedim. NBA’de oynamak istedim.
İspanyadaki bir kaç aydan sonra menajerim geleceği düşünmeye başladı ve bana Amerikada oynamak hakkında konuştu – Hala B takımındaydım ama çok iyi oynuyordum ve yetenek avcıları beni potansiyel olarak görüyorlardı. NBA gözlemcileri de antrenmanlarımı izlemeye geliyordu. Reebok Eurocamp denilen bir şov gecesine katıldım ve MVP ödülünü kazandım. Bunlardan sonra menajerim bana draft edilmemin yüksek bir olasılık olduğunu söyledi.
Haklıydı. The SuperSonics 2008 yılında ilk turdan beni draft etti.
NBA’ye hemen gidemezdim. Seattle İspanyadaki birinci ligde bir yıl daha oynamamı istedi, ben de oynadım. Bu yıldan sonra Sonics Oklahoma’ya taşındı.
Oklahoma hakkında hiç bir şey bilmiyordum.
Sonradan anladım ki, buraya taşınmak bir lütufdu. Eğer ilk yılımda Oklahoma’da oynamasaydım muhtemelen kaybolurdum. Oklahoma şehri olabileceğim en iyi şehirdi. Şehir beni kollarıyla kucakladı. O an anladım ki bu camia gerçekten beni seven insanlardan oluşan bir camiaydı.
Camia – insanlar önce seni düşünüyor, basketbolunu değil. Ayanta Clinton, tüm oyuncu medya ilişkileriyle uğraşan kişi – ve benim ablam dediğim insan – benim evimde gibi hissetmemi sağladı ve ingilizce öğrenmemde çok yardım etti. Scotty Brooks koçumuzdu, ve ben yeni bir lig, yeni bir dil, yeni bir ülkeye alışmaya çalışırken de oldukça sabırlıydı.
Taraftarlar harikaydı ! Tutku dolu ve koşulsuzca sadıktılar. Onlar için oynamayı seviyordum. Ne zaman deplasmandan dönsek gece 2’de havaalanında taraftarlar olurdu, takım olarak ne kadar şanslı olduğumuzu anlıyordum.
Başarımız bize harika fırsatlar yarattı. 2012’deki Finallerin ilk maçını hatırlıyorum. Sahaya çıkarken içerideki herkes bağırıyordu. O kadar fazla ses vardı ki aslında korkmuştum – Bir basketbol maçında böyle bir ses hiç bir zaman duymamıştım. Gergin hissederken, bir yandan da heyecanlıydım.
Bir şeyler öğrenmek için daha iyi oyuncular isteyemezdim, özellikle KD ve Russ. Yeteneği olan ve skor üretebilen – gerçekten her şeyi yapabilen – oyuncularla oynamak harika bir şey.
Ligdeki ikinci yılımda, Kevin bana apartmanındaki bir dairenin boş olduğunu söylediğinde hala çevreme alışmaya çalışıyordum. Daireye baktım ve oraya taşındım, böylece KD ile komşu olduk.
İlk yılımda, kendi başıma yaşadım, etrafımda gerçekten fazla insan yoktu. Fakat ikinci sezonda sürekli Kevin ile takılıyordum. Takılır, yemek yer ve video oyunları oynardık. Kevin iyi bir kurulu düzene ve beni de, bana tamamen yabancı bir yerde biraz daha rahat hissetmemi sağlayan, bir çok arkadaşa sahip. Bazen elimde tabağımla yemek yemek için evine uğrardım. Ve her zaman hoş karşılanırdım. Ben Thunderda iken Kevin benim ailem gibiydi. Ona yaptığı her şey için minnettarım.
OKC’ye geldiğim ilk zamanlar hakkında size anlatmak istediğim bir hikaye var. Antrenmanlara ilk gelen oyuncu olarak koçlarımı etkilemek istiyordum. Koç Brooks’un antrenmanın 11’de başlayacağını söylediğini hatırlıyorum, ben de saat 10’da gelecek ilk kişinin ben olacağından emin bir şekilde antrenman sahasına geldim. Fakat KD sahadaydı ve şut atıyordu. Şimdiden terlemeye başlamıştı bile.
Bir dahaki gün tamam bu sabah daha erken gideceğim, belki 9.30’da bu sefer ilk giden kesinlikle ben olacağım dedim.
Hayır.
Üçüncü gün bu sefer 9’da orada olacağım dedim.
Tahmin edin ne oldu ? KD yine oradaydı, ışıkları kendisi açmış olmalı.
Hayatım çok fazla tecrübeyle ve derslerle dolu ve bunları da benimle birlikte Orlando’ya götüreceğim. Yaşadığım her yerden bir şeyler öğrendim. Bunun için minnettarım.
Tanrıya bu fırsat için teşekkür ederim. Heyecanlıyım adamım! Sert bir mücadele, kolay olmayacak. Russ ve KD’nin bana öğrettiği gibi çok çalışacağım. Orlando’daki taraftarların önünde oynamak için sabırsızlanıyorum. Basketbolu seven bir şehirden diğerine giderek ne kadar da şanslıyım. Şehrin yanındaki Disney Dünyası ile , biliyorum ki kızım – Raine 10 yaşında- da çok sevecek.
Orlandodaki genç uzunlarla oynamak için sabırsızlanıyorum. Takımda bir sürü yetenek var. Onlarla çalışmak için sabırsızlanıyorum. Lige geldiğim ilk günkü oyuncudan çok daha farklı bir oyuncuyum. Şimdi daha farklı bir role bürünmem gerektiğini biliyorum. Şimdi eski kurt ben olacağım.
Orlandoda, ışıkları açan ben olacağım.
SERGE IBAKA | THE PLAYERS’ TRIBUNE